Divanda Psikanaliz

Divanda Psikanaliz

Divanda Psikanaliz 

Avusturyalı Profesör Sigmund Freud’a göre psikanaliz,

“Gençlik yıllarımda ise dünyanın bilinmeyenlerini anlamak ve belki de çözümün bir parçası olabilmek için karşı konulmaz bir istek duydum.” Sigmund Freud

Sigmund Freud, insan zihninde daha önce gidilmemiş uzak diyarlara açılmış yelkenler gibi, gizli olanın derinliklerini deşifre etmiştir fikrini uygun görüyorum. Freud, psikanaliz kuramında insan davranışlarının ardında yatan bilinçdışı dürtüleri, içgüdüleri, zihni oluşturan unsurları (id,ego,süperego) incelemiştir. Aşkı simgeleyen Eros’un karşısına, ölümü simgeleyen Thanatos’u, ayrıca; yapıcılığı simgeleyen ile yıkıcılığı simgeleyeni karşı karşıya koymuştu.

Psikanalizin anlatısı, bilinçdışı süreçleri aydınlatmayı hedefleyen araştırma yöntemi; temelinde insanın ruhsallığını derinlemesine işleyip, içsel çatışmalarını dönüştüren bir çalışmadır. Psikanalitik kuram, zihinsel işleyişin bireyin üzerindeki gelişimi ile ilgili varsayımların topluluğudur. Kuramdan bahsederken bilinçdışı zihinsel süreçlerin anormal zihinsel işleyiş kadar normal işleyişi kapsadığı gerçeğini kavramak önemlidir. Normal olan derken, yanılmalı edimler; dil sürçmeleri, okuma yanlışları, unutmalar, zorlanım dolu eylemler ve düşüncelerle dolu ruhsallıktan bahsedebiliriz. Her eylemin bir sebebi vardır; nedeni bilinmiyorsa bu nedeni ortaya çıkaran ruhsal nedensellik (determinizm) bağlantısı doğrultusunda yol çizen psikanalizdir. Bilinç düzeyine çıkmayı başaran semboller, fanteziler, temsiller analistin yorumlarını doğrular niteliktedir. Psikanalizin çerçevesinde olan, analiz edilenin zihninden geçenleri bir seçme yapmadan ya da sansür uygulamadan serbestçe söylemesi, analistin de “serbest dikkat ve dalgalanan dikkatle” kulak kesilmesine dayanır.  Çalışmanın bu kısımlarında, analistin analizan ile ilişkisinden yani aktarımdan söz etmek gerekir.

Sigmund Freud’un nevrotik (nevrozların etiolojik kuramına karşı) hastalarla çalışmasında, bilimsel araştırmanın ve tedavinin biraradalığı, ruhun araştırılmasının, psikanalizin derinleşmesinin ilk adımlarıdır. Nevrotik kişinin libidosu bir nesneye yönelmediğinden, haz alma yetisinin büyük kısmı enerjisini libidoyu baskı altında tutma ve saldırılardan korunmaya harcar. Egosu ile libidosu arasındaki bu çatışma sona erip, ikisi de onun kontrolü altına girdiğinde yeniden sağlıklı olacağı muhtemeldir. Nevrotik kişinin semptomlarını anlamak ve çözmek için kökenlerine kadar geri gitmek ve kaynaktaki çatışmaları anlamak gerekir. Freud’un keşiflerinin ve buluşlarının anlatımını ve anlamlarını birkaç cümle ile aktarmak imkansızdır. Bilinçdışı olanın bilinçli hale nasıl geleceği sorusu ise ancak psikanaliz ile aydınlatılabilinecek bir alandır.

“Psikanaliz yaşamı basitleştirir. Analizden sonra yeni bir senteze ulaşırız. Psikanaliz, yolundan sapmış dürtülerin düğümünü çözer ve bunları ait oldukları makaralara sarmaya çalışır. Ya da başka bir mecazla anlatırsam, insan kendi bilinçdışının labirentinden çıkaracak ipucu sağlar.”

George Sylvester Viereck’ın Sigmund Freud’la olan Söyleşisinden

Cogito Dergisinin “yüz yılın psikanalizi” sayı 9 güz 1996’dan faydalanılarak hazırlanmıştır.

bosanma
Boşanma Ve Çocuk
WhatsApp Image 2024-03-28 at 15.19
Divanda Psikanaliz
Resim1
Çocuklarda Alt Islatma (Enürezis) ve Dışkı Kaçırma-Tutma Davranışı (Enkoprezis)
WhatsApp Image 2024-03-28 at 15.09
Kırılganlık, Cesaret ve Büyüme

Kırılganlık, Cesaret ve Büyüme

Kırılganlık, Cesaret ve Büyüme

Kırılganlık, Cesaret ve Büyüme

Kırılganlık ve büyüme üzerine yapılan çalışmalardan bahsetmeye başlamadan önce, Theodore Roosevelt’in Nisan 1910’da Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı konuşmadan bir alıntı aktarmak isterim. Bu konuşmanın adı aynı zamanda “Arenadaki Adam” olarak da geçmektedir.

“Saygınlık gerçekten arenada olan adamındır, yüzü toza, tere ve kana bulanmış olanın; yiğitçe çabalayanın, tekrar tekrar hata yapanın ve yetersiz kalanındır. Çünkü hata ve kusur olmadan çaba da olmaz. Saygınlık başarmak için gerçekten mücadele verenin, büyük şevkleri ve bağlılıkları tanıyanın; kendini değerli amaca adayanın, en iyi ihtimalle sonunda üstün başarının utkusuna ereceğini, en kötü ihtimalle başaramayacağını ama hiç değilse büyük cesaret göstererek başaramayacağını bilenindir…”. Burada benliğini arenaya atan ve çabalayan kişinin gösterdiği cesaret eyleminin kendisi üzerinde durulmuştur. Yarışın sonunun, edinilen rütbenin, kazanılan veya kazanılacak ödülün bahşettiği tamamlanmışlık duygusundan ziyade kazanmış olanın cesurluğu üzerinde değil, asıl cesurluğun kaybetmekten korkmayan, emeğinin ve bağlılıklarının arkasından gidip sonuç ne olacaksa olsun sahanın ortasında bütün zafiyetleriyle ve çıplaklığıyla mücadelesine inanmış kişilere ait olduğundan bahsetmektedir. Kişinin kendisini bu denli savunmasız bir şekilde bilinmeze doğru ilerletmesinin aslında yenilmek veya zafer kazanmaktan öte; ikisinin de ne kadar gerekli olduğunu özümseyerek bütün kartlarını masaya koymasının önemi üzerinde durulmaktadır.

“Kırılganlık bir zafiyet değildir. Kendi kırılganlığımıza odaklanmak ve onunla ne kadar ilişkilenme içerisinde olacağımıza karşı olan tutumumuz cesaretimizin derinliklerini ve hedefimizin netliğini belirler” der Dr. Brené Brown. Burada aslında kırılganlığımıza karşı ördüğümüz duvarların korkularımız ve kendi savunmasızlıklarımıza olan mesafemizi direkt olarak gösterebileceğinin altını çizmektedir. Arenaya adım atmadan önce neyin kötü gideceğine odaklanmak belki de bizi, yaratıcı gerçekliğimizi, ilişkilenme kapasitemizi ve kabuğumuzu kırıp yenilenmek için kendimize tanımamız gereken alanı küçültmeye ve kırılganlığımız karşısında örülen duvara bir tuğla daha koymaya neden oluyordur. Hata yapmaktan, incinmekten, savunmasız kalmaktan korkmak, yani kendimize cesaret gösterme şansını verebilmemiz için açılabilecek alanları küçültmek bizi görünmez kılmaktan başka bir işleve sahip değildir. Ortaya çıkmaya cesaret etmeli ve görünür olmamıza izin vermeliyiz. Asıl kırılganlık ve cüretkarlık burada kendisini gösterir.

Kırılganlığın doğasında var olan bilinmezlik, tekinsizlik dediğimiz olguyu beraberinde getirir. Freud’un “Tekinsiz” olarak adlandırdığı durum, bundan çok da farklı değildir. Ona göre tekinsiz olan korkutucudur; çünkü tanınmaz ve alışılageldik değildir. Bu aslında insan doğasına ait olan çok antik bir korkudur. Buradaki korkunun temeli aslında kendi olma durumundan çıkma ihtimalinin yarattığı endişedir. Yolunun şaştığını, kaybolduğunu düşünen zihin; yabancı olan ile karşılaşma durumunda ortaya çıkacak savunmasızlık halinin tedirginliği karşısında aslında en büyük korkusunun kendi çıplaklığı olduğuyla yüzleşmek durumunda kalır. Belki de en savunmasız yanımızın farkına varmak, kucaklamak, bir nevi kırılgan ve zarar görmeye açık parçalarımızı kabul etmek bize aslında büyümenin anahtarının benliğimizin cesurca kabulünde olduğunu hatırlatmaya yardımcı olabilir. Bu bağlamda hem kendimizin hem de bir ötekinin kabulü sırasında karşımıza ördüğümüz korku duvarının yavaş yavaş alçaldığını ve sonunda açılan alanda cesarete adım atmamak için hiçbir sebep kalmadığını görebiliriz.

Dr. Gabor Maté’nin de açıklamalarıyla; kırılganlığın kendisi büyüme için elzemdir. Kırılganlık kelimesinin Latincedeki karşılığı, kökü “vulnus” yani yara olan “vulnerary” kelimesidir. “Vulnerary” yara almak anlamına gelir. Bu kelime Türkçe’ye kırılganlık olarak çevrilmektedir. Buna göre, kırılganlık bizim yara alma kapasitemizi açıklayan bir kelime haline gelir. Belki de bu açıklamayı okuyunca kırılganlık kelimesinin Türkçe’de gerçek anlamını ifade eden tam bir karşılığı olmadığını düşünebiliriz. Türkçe’deki anlamı daha çok bir materyalin parçalara ayrılmaya açık, narin ve hassas olmasına yakın durur. Oysa ki, “vulnerary” kelimesinin içerisinde bir nevi savunmasızlıktan ve yara alma kapasitesinden de bahsedilmektedir. Bu da aklımıza yaralanabilir olmanın cesaretini getirir.

Milyonlarca yıllık evrim sürecinin biz insanları getirdiği noktada, doğum anında tamamen bakım verenlerimize muhtaç canlılarız. Bu, hayatımızın son anlarında da tesir eden bir döngüdür ve aslında doğumdan ölüme kadar fizyolojik olarak da ne kadar kırılgan ve “yara almaya açık” olduğumuzu gösterir. Özellikle erken çocukluk döneminde yaşanan travmalar sebebiyle bu kırılganlık dayanılmaz bir hale gelebilir. Buna bir tepki olarak kırılgan parçamızı “haklı olmaya çalışarak” kapatmaya ve bastırmaya yönelebiliriz. Ancak bu da beraberinde büyümeye ket vurulması anlamına gelmektedir. Doğada var olan her şeyin kırılgan doğasıyla uyumlu bir şekilde büyüme gösterdiğini görürüz. Zamanı geldiğinde artık büyümesine izin vermeyen semsert kabuğunu dökmesi gereken bir yengecin kabuğunu döktüğü anda ne kadar kırılgan ve savunmasız kaldığını düşünün. Kırılganlık, büyümenin yapıtaşlarından birisidir. Kırılgan olma cesaretini gösterebilmek için ise ilk adım, travmadan hayatta kalmış parçalarımızın acıdan korunmak için oluşturduğu, artık büyümenin önüne geçen sert kabuklarımızı dökmenin gerektiğini görmekten geçiyordur belki de…

WhatsApp Image 2024-03-28 at 15.19
Divanda Psikanaliz
WhatsApp Image 2024-03-28 at 15.09
Kırılganlık, Cesaret ve Büyüme
Resim1
Aile İçi Şiddet
WhatsApp Image 2024-03-29 at 18.48
Uzun Vadeli İlişkilerde Cinsel Doyuma Dair